dün olmuş gibi anımsıyorum bunu. 15 yaşındaydım. hayatımın en boktan zamanlarıydı. futbolda, kavgada ve aşkta vasatın altındaydım. tipim idare ederdi ama tarzım yoktu. hayal etmekte zorlanmayacağınız boktan zamanlardı. milletin birbirinin kıçına bakarak kot markasından piyasa tahliline giriştiği, madonna michael jackson çekişmelerinin hala en büyük sanatsal tartışma mevzusu olduğu, kızların istisnasız bakire olduğu bir dönem. bildiğin sifli ergendim işte. genelev uzak bir hayaldi benim için.
herşey mahalle maçında adam eksikliğinden solayı bana defansta uygun bir pozisyonun açılmasıyla başladı. aslanlar gibi futbol oynadım o gün. bizim lojmanla arkadaki sitenin takımları arasındaki sürtüşme tavan yaptı ve kolasına başlayan maç baklavasına devam etti. maçın sonlarına doğru eşitlikten dolayı bahis iyice kızışarak kepçe mahmut'un ortaya kerane lafını atmasıyla kontrol edilemez hale geldi. kaybeden takım kazanana karı ısmarlayacaktı. dört koldan asıldık maça, sert bir oyunla farkı açarak cebimizi karşı takımın ergen harçlıklarıyla doldurduk. fakat esas sınav şimdi başlıyordu. götüne güvenmeyen 2 kişi bahis paralarını takıma vererek bir bahaneyle aramızdan ayrıldı. geriye kalan 8 kişi bu işe baş koyduğunu dile getirerek "şimdi değilse ne zaman!" nidalarıyla geneleve doğru yollandı.
tahmin edeceğiniz üzere beni götürmediler. en küçükleri bendim çünkü. en sonunda uzakta biyerde bekelemem koşuluyla peşlerine takılmama müsaade ettiler. bu noktada başladı benim kovalaklık kariyerim de. kerane önünde 2 polis ve 3 bekçi tarafından kimlik kontrolü yapılıyordu ve bizim ekipten 3 kişi henüz reşit değildi. kepçe mahmut bir abilik örneği sergileyerek ben kimliği sırayla size vericem her seferinde başka bir elemana göstererek gireceksiniz, dedi. planlar tıkır tıkır işledi. ben üzüntü ve merakla kapıda beklerken dalavere çevirenlerin sadece bizimkiler olmaıdğını farkettim. mesela kapıdaki görevlilere umumi tuvaletçiden aldıkları fişleri veren elemeanlar vardı. büyük ihtimalle o fişler nakit veya molbuş olarak geri dönüyordu görevlilere. emanetçileri, mobil hamamları ve zırtlan tayfasını da bu vesileyle tanımış oldum.
birkaç saat sonra bizimkiler yanakları kpkırmızı çıktılar keraneden. herkes muradına ermişti. ilk defa milli olan leylek, optik ve kurbağanın yüzünde güller açıyordu. üstelik para da artırmışlardı. bana da baklava ısmarladılar sağolsunlar. taşak geçmelerine aldırmadan yedim baklavalarını. bunlar içeri girince hepsi aynı kadını beğeniyor kepçe abileri olarak gidip vizite ne kadar abla, diyor. kadın da mesela 50 lira diyor. kepçe de biz hepimiz seni istiyoruz, 7 kişi girsek ne kadar olur, diyor. kadın da sinirlenip, "kurbanlık danaya mı giriyorsunuz lan ibneler" diyerek bunu tersliyor. bizimki ısrar edince dördünüzü ben alırım üçünüzü de arkadaşım diyor ve %20 lik bir iskonto yapıyor. bildiğin hayvanlık işte. bizimkiler sırayla giriyorlar. çıkışta klasik muhabbet. "karı bana hasta oldu hep bana gel bundan sonra" dedi. "siktir lan esas bana aşık oldu, sen çok güzel sikiyorsun bidahaya senden para almıycam" dedi.
esas bomba geceyarısı patladı ama. öyle böyle değil, bütün lojman uykudan uyanıp kepçelerin kapısına gittik. içeriden gelen seslerden anlaşılıyor ki mustafa amca kepçeyi darbediyor, küfürler gırla gidiyor. ahaliden rütbece en kıdemli olan babam kapıya yüklendi en sonunda. kapı kırılmadan kepçenin çilekeş anası dışarı fırladı ve "yetişin oğlanı öldürüyor bu adam" diye çığırmaya başladı. erkekler içeri daldılar, gürültüler hafifledi. 10 dakika sonra kepçe kafa göz dağılmış halde dışarı çıkartılıp birinin evine gönderildi. hikayenin tamamını sabaha karşı öğrendik fısıltı gazetesinden...
malum polis çocuğuyuz hepimiz. bu genelevin kapısındaki polis ve bekçiler de babalarımızın mesai arkadaşları. kepçenin babası da yıllardır o şehirin personel şubesinde çalışan bir polis. akşam genelev polisleri muhabbet ederlerken biri diyor ki "mustafa abinin oğlan geldi bugün, kimlikten farkettim ama sesimi çıkarmadım". diğerleri de uyanıyorlar mevzuya. bu herif bizlerden de geçti, diye. polis egosu, çocuğun kendi kimliğini başkalarına verip yutturduğunu düşünmek istemiyor sanırım. babasını arıyorlar. "abi senin oğlan bugün keraneye 4 defa giriş yapmış", diye. işte bu yüzden o geceden aklımda kalan hönkürüş "ulan bir kere de değil dört defa lan dört defaaaa..!" ardından gelen "kudurmuş pezevenk" haykırışları. babamlar kepçeyi bulduklarında salon radyatörüne kelepçelenmiş kendinden geçmiş haldeymiş. helal olsun ispiyonlamamış diğer zırtlanları, sesini çıkarmadan dayağını yemiş.
bu hikaye durup dururken gelmedi aklıma. geçenlerde babamla otururken benimle gurur duyduğunu söyledi "beni hiç mahçup etmedin" dedi. bu hatıra aklıma geldi ve dışımdan gülümseyip içimden "çok şükür ki yaşım tutmuyordu" dedim.
kepçe 2 gün sonra savaş gazisi gibi sokağa geldi "hayatımı sikti lan peder" dedi ve olağan hayatına devam etti.
2 yorum:
paşacan ibretle ve biraz da hayıflanarak okudum eserini..kepçe mahmut gibi eli öpülesi, uğrunda dayak yenilesi arkadaşlar kalmadı artık..unutturma da bi ara kerhaneye gidelim..:)
paşa abi aslında kepçe mahmut puştun önde gideniydi az dayağını yemedik. nigar teyze bunun bisiklet yasağı için aracı oldu bigün babasını ikna etti. bisikleti çıkardığı gün nigar teyzenin gelinlik çağdaki kızına bacak arasından daldı son sürat, kızı yaraladı. bisiklet hurdacıya satıldı, babasından bi ton dayak yedi. ertesi gün de "kızın amına çarptık diyerek dolandı bütün gün mahallede".
lakin delikanlı adamdı başkasına ezdirmezdi bizi.
Yorum Gönder